29 Kasım 2016 Salı

İNANÇ VE ZAMANIN KUTSALLIĞI


Günlerin, ayların ve yılların zaman kavramından uzaklaştırılarak kutsallaştırılması eski bir gelenektir. Bu geleneğe orta çağ ya da şark hastalığı diyebiliriz. Aslında bu gelenek insan varlığına anlam katmak için yapılmış olsa da insanları bir hiçliğe doğru sürüklemektedir. Bireyi toplumdan ve kendinden uzaklaştırarak soyut anlamlara sürüklemektedir.  Zaman bu noktada teselli aracı olmaktan uzaklaşmış hatta insanın korkuları hırsları ve de arzuları çerçevesinde insan kanından beslenen bir canavara dönüşmüştür. Peki NEDEN?

Varsayımsal bir bekleyişe teslim olan (kraldan çok kralcı) insan, ruhani olgulara başvururken aynı zamanda kendisine eziyet ederek zamanla yıpranmaktadır. Bundan sonra birey için her yer mabet her yer tanrıdır. Bu şekilde ne zaman güçsüz kalsa ya da bir şeyler yapmaktan vazgeçse hep aynı teselliye yani “tanrı” kavramına sığınacak ve bunun adına da inanç diyecektir. Aslında inanç kaynağı psikolojidir ki burada bahsettiğimiz “psikoloji” aslında ruhsal psikolojidir. Ruhsal psikoloji dünyevi materyallere olan ilginin azalması ve insanın kendini tamamen tanrıya bırakması olarak tanımlanabilir. Bu anlamda beklenen sonuç ise zaman ve inancın iç içe olmasıdır. İnsan, Adem ile Havva’nın var olmasından itibaren bu konuya sürekli olarak kafa yormuş ve bununla ilgili çeşitli felsefi bakış acıları oluşturmuştur. Çünkü zaman ve inanç ilişkisi insanı kendinden uzaklaştırarak bağımsız bir yol seçmiş ve yıkıntılarında umarsızca insanı yıpratmıştır.

İnsan umut etmeyi beklemeyi sever. Umut rüzgarlarından dalgalanan ruhu sonsuz ve mutlak umutlara açıktır. İnsan umut ettikçe dünyevi olan her şeye ve onun getirdiği tehlikelere tamamen açıktır ve bu ölümcül bir hengamedir. Bu noktada sadece bir elçi olan zaman ruh hastalığını getirir.


İNSAN UMUT ETMEYİ, BEKLEMEYİ SEVER. ÇÜNKÜ ZAMAN
İNSAN İÇİN İNANCIN TEST EDİLMESİNDEN İBARETTİR.